Renk Teorisi: Işık ve Renk

ffiroooo
6 min readAug 30, 2020

--

Renk Nedir?

Renkler görsel algı ve duygularımızı şekillendirir. Çevremizdeki dünyayı renkler sayesinde anlaşılır kılarız. Renk olgusu, fizik, kimya, psikoloji, iletişim ve pazarlama, tasarım, güzel sanatlar, toplum bilimi gibi birçok bilim dalının ilgi alanına girer. İnsan psikolojisini yönlendirmek, görsel uyum sağlamak, estetik bir tasarım için renkler vazgeçilmez bir araçtır.

Cisimlerin hiçbirinin rengi olmadığını biliyor musunuz? Renk, aslında cisimlerden yansıyan ışığın değişik dalga boyları şeklinde gözün retinasına ulaşmasıyla ortaya çıkan bir algıdır. Bir başka ifadeyle cisimler renksizdir. Onları ışığın çeşitli varyasyonları sayesinde renkli olarak algılarız.

Renklerin nasıl oluştuğu tarih boyunca merak edilen bir konu olmuştur. İnsanoğlu çevresindeki dünyayı renkler ile anlamlandırmış, bilim insanları renkleri nasıl gördüğümüzü anlamak için teoriler geliştirmiştir.

Işığın kaynağı ister doğal ister yapay olsun renk, ışığın bir sonucudur. Dolayısıyla rengi anlayabilmek için ışığın ne olduğunu ve onun doğasını anlamamız gerekir.

Renk ışık ile birlikte var olur. Işık, renk tayfındaki bütün renkleri bünyesinde toplayan fiziksel bir olgudur. Bütün renkleri bünyesinde topladığı için de aynı zamanda her şeye renk veren unsurdur. Başka bir deyimle bir renk algılandığında gerçekte algılanan şey, ışıktır (Becer, 2008:143–151).

Renk Üzerine İlk Düşünceler

Renk hakkında ilk fikirler M.Ö. 4’üncü yüzyılda Aristoteles tarafından ortaya konmuştur. Aristoteles’e göre cismin dokusuna dair özelliği onun rengini belirliyor, aydınlık ve karanlığın birleşimi renkleri algılamamızı sağlıyordu. Gökkuşağının renklerini gözlemleyerek renkleri sınıflandıran Aristoteles, doğa hayranı natüralist bir filozoftu ve renklerin oluşumunu doğadaki olaylarla açıklamaya çalışmıştı.

15’inci ve 16’ıncı yüzyıl Rönesans dönemindeki yaygın görüşe göre temelde dört rengin olduğu kabul ediliyordu. Bunlar beyaz, kırmızı, mavi ve sarı renkleriydi.

Leonardo da Vinci ise Aristoteles’in görüşleriyle paralel düşünerek doğadaki temel elementleri renklerle eşleştirmişti. Sarının toprak, yeşilin su, mavinin hava, kırmızının ateş, siyahın ise karanlığa ait olduğunu öne sürmüştü. Siyah ve beyazı renk olarak tanımlamıştı.

19’uncu yüzyıla gelindiğinde Goethe, kendisinden önce yaşayan Isaac Newton’un 18’inci yüzyıldaki cam prizma deneyini kendi teorisiyle karşılaştırmış, Antik Çağ’dan günümüze kadar dile getirilmiş renk teorilerini Renk Öğretisi adlı kitabında özetlemiştir. Goethe’ye göre kırmızı, yeşil ve mavi olmak üzere üç temel renk vardı. Newton’un tüm renkleri tek bir kökene bağlayan görüşünün aksine Goethe, aydınlık ve karanlığın zıtlığından bahsetmiş, Aristoteles’in görüşlerine benzer şekilde renklerin bu zıtlıkların hareketinden oluştuğunu savunmuştur. Sarıyı aydınlığa, maviyi ise karanlığa en yakın renk olarak tanımlamıştır.

Renk Bilimi

Renk olgusuna dair ilk bilimsel çalışma 17’inci yüzyılda Isaac Newton’a ait cam prizma deneyidir. Newton, tamamen karanlık bir odanın içine küçük bir delikten tek güneş ışınına eşdeğer bir ışık demeti sızmasını sağlamış, daha sonra bu ışığı üçgen biçimli cam prizmadan geçirerek; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor rengi beyaz bir perdeye yansıtmıştır. Newton, perde üzerine yansıttığı bu renklere güneş tayfı (spektrum) adını vermiştir. Ayrıca bu deneyi tersinden uygulayarak tüm renkleri karıştırıp, beyaz ışığı da elde etmiştir.

Newton bulduğu sonuçları 1704 yılında yayınlanan Opticks isimli kitabında detaylı şekilde açıklamış, tamamlayıcı renkleri ve renk karışımlarını gösteren bir renk çemberi geliştirmiş, cam prizma deneyi renk biliminin temelini oluşturmuştur.

Işık, Renk ve Göz

Renklerin ışığın bir sonucu olduğundan artık eminiz. Fakat renk olgusunu kavrayabilmek için ışığın doğası hakkında hala daha fazla bilgiye ihtiyacımız var.

Çevremizde gördüğümüz tüm objeler, aldıkları ışığı yansıttıkları için görünürler. Güneşten yansıyan ışınlar ilk olarak beyaz renkli olarak algılanır. Bazı ışık ışınları emildiğinde, bazıları ise yansıdığında renk olarak görünür. Çevremizdeki her şeyin rengi, renk ışıklarının emilmesine ve yansımasına bağlı olarak değişir. Çevremizdeki objelerden gözümüze ulaşan renk farklılıkları da bundan kaynaklanmaktadır (Ketenci ve Bilgili, 2006:193–194).

Fiziksel tanımıyla, ışık doğrusal yayılan elektromanyetik dalga ve fotonlardan oluşan enerji parçacığıdır. Işığın temel özelliklerinden ikisi; Frekans ve dalga boyudur. Işık, kendisini oluşturan enerji parçacıklarının bir noktadan diğerine gitmesi sayesinde hareket ederken bu hareketi esnasında dalga şeklinde ilerler. Dalgaların zirveleri arasındaki yatay mesafeye dalga boyu denir. Frekans ise belli bir zaman aralığında bir noktadan geçen dalga sayısı olarak tanımlanır. Dalga boyu ve frekans ters orantılıdır. Dalga boyundaki her değişiklik rengin değişmesine frekanstaki değişim ise ışığın enerjisinde değişime neden olur. Sonuç olarak ışığın dalga boyları, renkleri oluşturan temel olgudur.

Peki, renkleri nasıl görüyoruz. İnsan gözü genellikle 400 ile 700 nanometre (nm) arası dalga boyundaki ışığı algılayabilir. Işık cisimlere çarparak etrafa yayılır. Cisimlerin yapısında bulunan pigmentler atom yapılarına bağlı olarak ışığın bazı dalga boylarını soğururken, bazılarını ise geri yansıtır.

Cisimler tarafından soğrulmayıp geri yansıtılan dalga boyları gözün arka tabakasındaki retinaya yansır. Gözün yapısında ışığın dalga boylarını elektrik sinyallerine dönüştürebilen foto reseptör hücreler vardır. Bu hücreler koni ve çomak hücreler olarak iki çeşittir. Koni hücreleri kendi içerisinde üç çeşittir. Bunlar kırmızı, yeşil ve mavi renge denk gelen dalga boylarına duyarlıdır. Çomak hücreler ise karanlığı ve aydınlığı algılar. Bu mekanizma sayesinde beyine iletilen elektrik sinyalleri yorumlanır ve renkleri algılarız. Beyaz ve siyah rengin algılanması ise kırmızı, yeşil, mavi konilerin eşit şekilde uyarılmasıyla mümkün olur. Siyah renk ise, ışığın algılanmaması sonucu oluşan bir durumdur.

Bir cisim, sahip olduğu pigmentlerin yapısı gereği üzerine düşen ışığın içindeki, 490–450 nm dalga boyu (mavi) ile 700–635 nm dalga boyunu (kırmızı) soğuruyor iken 560–490 nm (yeşil) dalga boyunu yansıtıyorsa o cismi yeşil olarak görürüz. Eğer cisim üzerine düşen ışığın tamamını yansıtıyorsa beyaz, tamamını soğuruyorsa siyah olarak görünecektir.

Bir muz atom yapısı nedeniyle ortalama 570 nanometre dalga boyundaki ışığı soğurmaz ve geri yansıtır, ~ 590–560 nanometre aralığındaki dalga boyu ışık spektrumunda sarı renge ait olduğundan muz sarı renkte görülür.

Renklerin Anlamı

İnsanlar yaşayış tarzları ve benimsedikleri geleneklerle bazı renkler arasında bağlantı kurmuştur. Renklerin, insan psikolojisi üzerindeki etkisini araştıran deneylerde renklerin, stres, öfke, mutsuzluk gibi olumsuz duyguları tetikleyebildiği veya insanı huzur, mutluluk, rahatlık gibi ruh hallerine yöneltebildiği ortaya çıkmıştır. Bazı istisnalar hariç genel manada topluluklar arasında her rengin bazı duyguları tetiklediği anlaşılmıştır. Örneğin bazı kültürlerde gelinlik rengi beyaz iken bazı kültürlerde kırmızıdır. Fakat bu durum genel teoriyi bozmamaktadır. Renklerin insan üzerindeki psikolojik etkilerine dair genel teoriye göre; Kırmızı, aşk, heyecan, agresiflik; Turuncu, mutluluk, dinamizm; Sarı; enerji, canlılık ve yaratıcılık; Yeşil, huzur, yenilenme ve sağlık; Mavi, üzüntü, güven ve ciddiyet; Mor, zenginlik, zarafet ve romantizm; Beyaz, saflık, masumiyet; Siyah ise güç, dayanıklılık, acı ve matem hislerini uyandırmaktadır.

Bu bağlamda renkler fiziksel bir olay olmanın yanında kültürel ve psikolojik boyutuyla farkında olmadan yaşamımızı ve tercihlerimizi etkileyen ilginç bir hazinedir.

Gökkuşağı’nın Hikayesi

Renkler bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli ve en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:

Yeşil demiş ki: Elbette en önemli renk benim. Ben hayatın ve umudun rengiyim, çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim, şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benimle kaplı.

Mavi hemen atılmış: Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir şeye yaramazsınız.

Sarı söz almış: Siz dalga mı geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim, güneşin rengiyim, ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz

Turuncu onun sözünü kesmiş: Ya ben? Ben sağlık ve direncin rengiyim, insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur, portakalı, havucu düşünün, ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın.

Kırmızı daha fazla dayanamamış: Ben hepinizden üstünüm! Ben kan rengiyim! Kan olmadan hayat olur mu? Ben tehlike ve cesaretin rengiyim! Savaşın ve ateşin rengiyim! Aşkın ve tutkunun rengiyim! Bensiz bu dünya bomboş olurdu!

Mor ayağa kalkmış: Hepinizden üstün benim, ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir, ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz, dinler ve itaat ederler.

Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar, her biri diğerini itip kakıyor en büyük benim diyormuş, derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış, bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmışlar, korkuyla birbirlerine sarılmışlar ve Yağmur’un sesi duyulmuş…

Renkler! Bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz şimdi el ele tutuşun ve bana gelin.

Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar, el ele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar, Yağmur onlara, bundan böyle… Demiş, her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar, insanlara yarınlar için umut olacaksınız. Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size Gök Kuşağı diyecekler demiş.

Biz de gök kuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız ve hepimiz özeliz, bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız.

--

--